Türkiye Ceza Evleri’nin Dünyadaki Yeri

Türkiye Ceza Evleri’nin Dünyadaki Yeri

USSAM – Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri Türkiye, WTJ – Dünya Türk Yazarlar Birliği, TİNGADER – Tüm İnternet Gazeteciliği ve Gazeteciler Derneği ve TYGD – Tarafsız Yerel Gazetecileri Derneği’nin ortaklaşa düzenlediği, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Enis Yavuz Yıldırım’ın konuşmacı olduğu ve Gazeteci – Yazar Müslüm Aktürk’ün moderatörlüğünde gerçekleştirilen video konferansta Türkiye Ceza Evleri’nin dünyadaki yeri konuşuldu.

CEZA VE TEVKİFEVLERİ GENEL MÜDÜRÜ ENİS YAVUZ YILDIRIM, STK’LAR VE AKADEMİSYENLERLE TÜRKİYE’NİN CEZA İNFAZ SİSTEMİNİ MASAYA YATIRDI

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Enis Yavuz Yıldırım, gazeteciler, sivil toplum temsilcileri ve akademisyenlerin katılımıyla düzenlenen kapsamlı çevrim içi toplantıda Türkiye’nin ceza infaz sistemine ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu. Toplantıda cezaevi personelinin taleplerinden infaz politikalarındaki bölgesel yorum farklarına, uluslararası iş birliklerinden genç hükümlü oranlarına kadar birçok konu ele alındı.

Toplantıya;
 KASSAK-USSAM Komisyonu Başkanı Salih Kurt,
 TİNGADER Genel Başkanı Mehmet Ali Çelik,
 Gazeteci Müslüm Aktürk,
 Prof. Dr. İnanç Özgen,
 Selamet Bey,
 Maksut Konyar,
 Fethi Aktürk
 ve çok sayıda katılımcı iştirak etti.

“Türkiye ceza infaz sisteminde artık model alan değil, model olan bir ülke”

Genel Müdür Yıldırım, konuşmasına Türkiye’nin uluslararası alanda cezaevi yönetimi ve infaz sistemi konusunda artan prestijine dikkat çekerek başladı. İstanbul’da düzenlenen ICPA 27. Yıllık Kongresine tam 91 ülkeden 705 kişinin kendi imkanlarıyla katıldığını hatırlatan Yıldırım:

“Bu tablo Türkiye’nin infaz alanındaki konumunu gösteriyor. Artık sadece model alan değil, model olan bir ülkeyiz.”

ifadelerini kullandı. Toplantıda 151 oturumun gerçekleştiğini, 35 farklı ülkenin Türkiye’den özel görüşme talep ettiğini belirten Yıldırım, bunun dünya infaz camiasında Türkiye’ye duyulan güvenin göstergesi olduğunu söyledi.                         

Cezaevlerinde 420 binin üzerinde tutuklu ve hükümlü

Yıldırım, Türkiye’de cezaevlerinde 420 bini aşkın hükümlü ve tutuklu bulunduğunu söyleyerek kapasite artışının nedeninin “suç oranları” değil, Türkiye’nin sert ceza politikası tercihleri olduğunu vurguladı.

Avrupa ile kıyaslama yapan Yıldırım:

  • Avrupa’da uyuşturucu ve bazı cinsel suçlarda cezaların daha yumuşak olduğunu,
  • Türkiye’nin ise bu suçlarda sert ve net hareket ettiğini

Personel talepleri: GİH Emniyet sınıfı geçişi gündemde

Toplantıda söz alan USSAM Başkanı Salih Kurt, infaz koruma memurlarının can güvenliği nedeniyle Genel İdari Hizmetler (GİH) yerine Emniyet Hizmetleri sınıfına geçirilmesi talebini gündeme getirdi.

Yıldırım, bu talebin haklı ve bilinen bir talep olduğunu belirterek Adalet Bakanlığı’nın konuyu değerlendirdiğini ifade etti. Türkiye’nin 6 Şubat depremleri sonrası zorlu ekonomik süreçten geçtiğini, buna rağmen personel iyileştirmelerinin gündemde olduğunu belirtti.

Bölgesel uygulama farkları: “Olmamalı ama zaman zaman oluyor”

Başkan Salih Kurt’un bölgesel ceza uygulamalarıyla ilgili sorusuna Yıldırım şu yanıtı verdi:

“İnfaz sistemi ulusaldır. Bölgesel farklılık olmamalı. Olmaz demiyorum, olmamalı.
 Çünkü hukuk yorum farkları uygulamayı değiştirebiliyor.”

420 bini aşkın tutuklu ve hükümlü: “Bu sayı suç oranından değil, ceza politikasından kaynaklanıyor”

Türkiye’de cezaevlerinde 420 binin üzerinde tutuklu ve hükümlü bulunduğunu belirten Yıldırım, bu sayının toplumda yanlış anlaşıldığını ifade ederek:

“Bu rakam ‘suç artıyor’ demek değildir. Türkiye’nin bazı suçlarda tercih ettiği daha sert ceza politikaları bu sonucu doğuruyor.”

dedi.

Yıldırım, özellikle uyuşturucu suçları gibi bazı suçlarda Türkiye’nin Avrupa ülkelerine göre çok daha net ve sert bir yaklaşım sergilediğini vurguladı.

GİH sınıfından Emniyet Hizmetleri sınıfına geçiş: “Haklı bir talep, süreç değerlendiriliyor”

Toplantıda söz alan USSAM Başkanı Salih Kurt, infaz koruma memurlarının güvenlik gerekçesiyle Genel İdari Hizmetler (GİH) yerine Emniyet Hizmetleri sınıfına dahil edilmesi gerektiğini ifade etti.

Yıldırım bu talebe ilişkin:

“Bu konu uzun zamandır gündemimizde. Haklı ve bilinen bir talep. Adalet Bakanlığımız konuyu değerlendiriyor.
 Ülke büyük bir deprem felaketi yaşadı, ekonomik süreç hassas. Buna rağmen personelin iyileştirilmesi için çalışmalar sürüyor.”

şeklinde konuştu.

Bölgesel infaz uygulamaları hakkında açık yanıt: “Olmamalı ama zaman zaman oluyor”

Toplantının en dikkat çeken bölümlerinden biri Salih Kurt’un yönelttiği “bölgesel ceza uygulamalarında farklılık olup olmadığı” sorusuna verilen yanıttı.

Yıldırım bu soruya şu sözlerle yanıt verdi:

“İnfaz sistemi ulusaldır, bölgesel farklılık olmaması gerekir.
 ‘Kesinlikle yoktur’ diyemem. Hukukun olduğu yerde yorum farklılıkları da olur.”

Bu açıklama, ülkedeki ceza uygulamalarında yorum kaynaklı farklılıkların zaman zaman ortaya çıkabildiğini resmi olarak teyit eden nitelikte oldu.

Genç hükümlü sayısı ve cezaevi psikolojisi gündemdeydi

Gazeteci Müslüm Aktürk, Türkiye’de genç hükümlü oranındaki ciddi artışa dikkat çekerek cezaevi personelinin psikolojik yükünün giderek ağırlaştığını söyledi. Yıldırım ise genç hükümlü sayısının artışının dünyanın birçok ülkesinde görülen bir sorun olduğunu belirterek:

“87 bin personelle çok ağır bir alanda görev yapıyoruz. Cezaevi yönetimi dünyanın en zor alanlarından biridir.”

ifadelerini kullandı.

TİNGADER Başkanı Mehmet Ali Çelik: “Açık cezaevi çalışanlarının ücreti çok düşük”

TİNGADER Genel Başkanı Mehmet Ali Çelik, açık cezaevlerinde çalışan hükümlülerin aldıkları ücretlerin çok düşük olduğunu, ibadethane ve kapasite sorunlarının çözüm beklediğini dile getirdi.

Yıldırım bu konuların takip edildiğini, hem fiziki yapılar hem de çalışma koşulları üzerine çalışmalar yürütüldüğünü söyledi.

Kıyafet tartışması: “Polis kıyafetinden esinlenme olabilir”

Katılımcılardan Fethi Aktürk, infaz koruma memurlarının yeni kıyafetlerinin polise benzetildiğini dile getirdi. Yıldırım bu konuda:

“Esinlenme olabilir. Ancak amaç rahatlık ve güvenliktir. Modern bir görüntü hedeflendi.” yanıtını verdi.

Uluslararası başarıya vurgu: “Türkiye’nin başarısı ciddi şekilde dikkat çekiyor”

Toplantıya katılan Maksut Konyar ise Türkiye’nin infaz sisteminde son yıllarda kat ettiği mesafeyi överek uluslararası arenada Türkiye’nin giderek daha çok ilgi gördüğünü belirtti.

Toplantıda gündeme gelen diğer sorular ve yanıtlar

Prof. Dr. İnanç Özgen,

Genel Müdür Yıldırım’a teşekkür ederek, uzun yıllardır kendisini takip ettiklerini ve çalışmalarını takdir ettiklerini söyledi.

Gazeteci Müslüm Aktürk,

cezaevlerindeki artan nüfusu, genç hükümlü sayısındaki yükselişi ve personelin psikolojik yükünü gündeme getirdi.

TİNGADER Genel Başkanı Mehmet Ali Çelik,

ekmek israfı, cezaevlerindeki ibadethane eksiklikleri, açık cezaevi çalışanlarının düşük ücretleri ve kapasite sorunları gibi başlıkları sordu.

Fethi Aktürk,

cezaevi personelinin kıyafetlerinin neden polis kıyafetine benzetildiğini sordu.
 Yıldırım bu soruyu:

“Esinlenme olabilir ama temel amaç: güvenlik ve personelin rahat edebileceği modern kıyafetlerdir.”

şeklinde yanıtladı.

Maksut Konyar,

Türkiye’nin infaz sistemindeki başarılardan dolayı Yıldırım’a teşekkür ederek uluslararası arenadaki prestij artışının önemini vurguladı.

Yıldırım: “87 bin personelle çok zor bir alanı yönetiyoruz”

Yıldırım, 87 bin personelin ağır sorumluluk altında çalıştığını ve cezaevi alanının dünya genelinde en zor alanlardan biri olduğunu vurguladı:

“Bizim işimiz güvenlik hizmetidir. Personelimizin hassasiyetini biliyoruz; iyileştirme talepleri haklıdır.”

BAŞKAN KURT’UN SORULARINA CEZA VE TEVKİFEVLERİ GENEL MÜDÜRÜ ENİS BEY’DEN NET YANIT GELMEDİ

Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Komisyonu Başkanı Salih Kurt’un, Cezaevleri Müdürü Enis Bey’e yönelttiği sorulara net ve tatmin edici yanıtlar alınamadı. Online konferansta özellikle yeni anayasa paketi, genel af tartışmaları, cezaevi personelinin statü değişiklikleri ve pandemi döneminde uygulanan infaz düzenlemelerindeki farklılıklar gündeme geldi.

“Yeni anayasa paketinde af var mı?” sorusu yanıtsız kaldı

Başkan Kurt’un, “Yeni anayasa çalışmaları kapsamında genel kapsamlı bir af düzenlemesi bulunuyor mu?” şeklindeki sorusuna Enis Bey net bir cevap vermedi. Bu konuda herhangi bir açıklamada bulunmayan Enis Bey, yalnızca çalışmaları Adalet Bakanlığı’nın yürüttüğünü ifade etti.

GİH sınıfının emniyet sınıfına geçişi: Ortak çalışma sürüyor

Cezaevi personelinin yıllardır talep ettiği, Genel İdari Hizmetler (GİH) sınıfından Emniyet Hizmetleri sınıfına geçişi konusunda ise Enis Bey, Adalet Bakanlığı ile ortak çalışmaların devam ettiğini söyledi. Personelin genel çalışma şartlarının iyileştirilmesi konusunda sürecin sürdüğünü belirtti, ancak somut bir takvim paylaşmadı.

Pandemi infaz düzenlemelerindeki eşitsizlik sorusu cevapsız

Pandemi döneminde çıkarılan infaz düzenlemesinden bazı mahkumların tam olarak yararlanırken bazı mahkumların yararlanamadığı yönündeki soruya da net cevap verilmedi. Bu konuda belirsizliğin devam ettiği görüldü.

“Bölgesel farklılık yok diyemem”

Bölgesel uygulamalara ilişkin yöneltilen soru üzerine Enis Bey, “Böyle bir şey kesinlikle yok diyemem” ifadelerini kullanarak uygulamada yorum farklılıklarının olabildiğini kabul etti.

Aynı suç tiplerinde farklı bölgelerde değişen ceza oranlarının olup olmadığına ilişkin soruya ise “Bazı suçlarda yorumlamalar farklı olabiliyor” diyerek yanıt verdi.

Toplantı, karşılıklı teşekkürlerle sona erdi

Toplantı sonunda katılımcılar, Genel Müdür Yıldırım’a teşekkür ederek sahada yapılacak yeni çalışmalar için birlikte hareket etme niyetlerini dile getirdi. Katılımcılar, ilerleyen süreçte cezaevlerine yerinde ziyaret ve inceleme programlarının planlanabileceğini ifade etti.

TAM KONUŞMA METNİ 

Maksut KONYAR:
Geçmişte de bir yaşadığım gene bir delegasyonla anekdotumu anlattım. Dedim ki, ben yakın tarihte Rusya’dan geldim. Orada beni ekonomi bütün kurmayları, ticaret oda başkanları falan karşıladı. Bizim delegasyonumuzda “İş yapalım, şunu yapalım, bunu yapalım. Ülkelerimizde her şey var, her şey var.” Ya, her şey var dedim ama bizim ülkelerde bir tek şey eksiktir. “Nedir o?” dedi. “Biliyor musunuz? Hukuk.” dedim.

Yani hakikaten ben hukuksuzluğun sıkıntılarını coğrafi olarak böyle… Belki muhalefet eder Sayın Genel Müdürüm. Ben bunu açık yüreklilikle paylaşıyorum. İzah ettim, ondan sonra onlar da aynı noktaya geldiler benimle. Çünkü biz hangi ülkeye gidiyorsak, “Gelin buraya yatırım yapın, ülkemiz hakikaten cazibe merkezi. 100 milyarlarca dolarlık yatırım yapacak ulusal–uluslararası şirketler mevcut. Teknoloji, bilim her yönden yatırımcıyı teşvik ediyoruz.” Ya, diyorlar ki, “Bizi uluslararası anlamda gerçek manada koruyacak bir hukuku çok görmediğimizden dolayı biz yatırıma gelmiyoruz ve burada tıkanıyoruz.”

Ben bu binlerce mezun olan iyi beyinlerimizin istihdamı için ülkemin her alanda cazibe merkezi olmasını gönülden istiyorum. Bunlar bütün siyasi mülahazalardan uzak; yani tamamen idealist bir felsefeyle ülkemin daha iyi olması. Çünkü bütün dünyada sistemler kendini sürekli sorguluyor: “Acaba daha nasıl iyi olabiliriz? Hukukumuz daha nasıl iyi olabilir? Eğitimimiz daha nasıl iyi olabilir? Ticaretimiz daha nasıl iyi olabilir?” noktasında… Çok uzun konuştum. Hoşgörünüze sığınarak gene bir anekdot anlatmak istiyorum.

Burada bir yargıç grubu, bir Avrupalı yargıç grubuyla bir anekdota ben de şahit oldum. Bizim Türkiye’den bir yargıcımız sordu. Meslektaşına, Avrupalı yargıca dedi ki: “Bizde çok yoğun davalarımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne geliyor. Sizde hiç gelmiyor veya az geliyor. Niye? Sebep ne?” O da dedi ki: “Vallahi, biz işbirliklerini avcımız…”

(Bu kısımdaki cümle bozukluğu orijinalde çok yüksek; anlamı bozmadan sadece imla düzenlemesi yapılmıştır.)

“…ve bir daire başkanımız olduğu hâlde Birleşmiş Milletler’de bir salonda Billy ile görüştüm. Uzun bir görüşme gerçekleştirdim. Görüşmenin sonucunda şunu ifade etti: ‘Evet, Türk cezaevlerinde o tarihlerde —benim cezaevine düştüğüm tarihte— bu tip gelişmeler yoktu. Büyük sıkıntılar vardı.’ Ancak bazı şeyleri sordum. ‘Bunları gerçekten yaşadınız mı?’ dedim. Yaşamadığını, senaryo gereği olduğunu söyledi. ‘Peki Türk milletinden özür dilemek gibi bir düşünceniz olur mu? Böyle bir hissiyatınız var mı?’ dedim. ‘Bir fırsat olursa özür dilerim.’ dedi. Çünkü ben de anlatılanların çok abartılı olduğunu yıllardır takip ediyorum.”

Bunu konuştuğumuz zaman —az önce de ifade ettim— şimdi biri Yargıtay üyesi olan, öteki şu anki İzmir Başsavcımız olan iki başsavcı; düzeltiyorum, İzmir Bölge Adliyesi üyesi olan iki başsavcımız ve bir de daire başkanımız varken Billy Heinz’in Türk milletine bir özür borcu olduğunu ifade ettiğini duyduk.

Şimdi ceza infaz sistemimizde elbette bize göre gelişmeler var, bize göre çok önemli reformlar var ama bizim bizi nasıl gördüğümüzden daha önemli olan, uluslararası alanda bizim nasıl görüldüğümüz. Hatta bu uluslararası alandaki bakış bizim için iç kamuoyunda, basında, medyada, sosyal medyada yazılanlardan da daha değerli. Çünkü maalesef bildiğiniz gibi bazı teknik alanlar teknik bilgilerden uzak bir şekilde değerlendirilmeye çalışılıyor. Bir alanın teknik kapasitesini ancak o alanda teknik yeterliliği olan kişiler değerlendirebilir. Onların akreditasyonu daha kıymetlidir.

Biz bu çalışmalar içerisinde bu sebeple 2016’dan itibaren uluslararası kuruluşların üyeliğine yöneldik: Avrupa Cezaevleri Birliği EUROPRIS, Avrupa Denetimli Serbestlik Birliği CEP ve Dünya Cezaevleri Birliği ICPA’nin üyesi olduk 2016’dan sonra. Buralar infaz alanında mutfak mahiyetinde olan, uluslararası kuruluşlara bilgi servis eden yerlerdir. Bu üyeliklerimizle uluslararası tecrübelerden istifade ederek sistemimizi daha da geliştirmeye, özellikle Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği ile beraber yaptığımız projelerle mekanizmalarımızı ıslah etmeye gayret ettik.

Geldiğimiz noktada 2022 yılında, Dünya Cezaevleri Birliği ICPA’nin Amerika’nın Orlando kentinde “Hükümlülerin İyileştirilmesi” kategorisinde mükemmeliyet ödülüne layık görüldü ülkemiz. Biz de Türk infaz sistemi adına gidip bu ödülü aldık. Çok sürmeden 2024 yılında Singapur’da yine uzaktan psikososyal servis müdahalelerine ilişkin bir çalışmamızla sağlık alanında CEP’in mükemmeliyet ödülünü sistemimiz aldı ve Türkiye bu ödüle layık görüldü.

Sizin sorularınız içerisinde de var; bir ay önce de EUROPRIS tarafından Polonya’nın Krakov şehrinde belli cezaevlerindeki uygulamaların ödüllendirildiği toplantıda İngiltere, Çek Cumhuriyeti, Norveç ile birlikte finale kaldık. Beş ülkeyle birlikte finale kaldık Türkiye olarak ve Avrupa Konseyi genel müdürlerinin canlı oylamasıyla Türkiye bu finalden 2025 yılı başarı ödülünü alarak çıktı.

Ve bu toplantıda Avrupa Konseyi’ne bağlı ülkelerin genel müdürleri vardı. Bizimle beraber finale kalan ülkelerin de büyük bir deneyimi var; infaz sahasında bu ödülü 2025 yılı başarı ödülünü Türkiye’ye vermiş oldular.

Son olarak da Avrupa Denetimli Serbestlik Birliği’nin 15 gün önce Avusturya, Viyana’da yapmış olduğu genel kurulunda, tarihinde ilk defa bir uygulama gerçekleşti. Adalet Ormanları çalışmamız kapsamında, kamu yararına çalışma tedbirini yerine getirirken Türkiye’ye takdirname vermeye karar verdiler.

Bu uygulamaya ek olarak bir şey daha yaptılar: Bizim Adalet Ormanları çalışmamızı, önümüzdeki yıldan itibaren Avrupa Denetimli Serbestlik Konfederasyonu’nun toplantılarında “Yeşil Denetimli Serbestlik” (Green) bir ödül kategorisi olarak belirlediler. Yani yeni bir ödül kategorisine ilham verdiğimizi bize ifade ettiler.

Bu uluslararası ödüllerin bizim için anlamı şudur, bunu ifade etmek isterim: Türk ceza infaz sisteminde her şey toz pembe ve her şey çok güzel gidiyor demiyoruz. Olmamız gereken yere ulaştık diye anlamıyoruz. Sistem olarak yapacağımız daha birçok şey var. Sorunlarımız belli: Kalabalıklaşma sorunumuz var, bunun getirdiği eğitim sorunu var, sağlıkla ilgili çalışmalarımız gerekiyor.

Ancak uluslararası ödüller ve uluslararası akreditasyon bize şunu gösteriyor: Biz doğru mekanizmaları bu 20 yıl içerisinde oluşturmuşuz ve doğru mekanizmalarla hareket ediyoruz. Elbette daha yapmamız gereken çok şey var. Sistemi güçlendirmek adına yapılacak çok iş var. Çünkü ceza infaz alanı, tıpkı sağlık veya mühendislik gibi, sadece ülkemizin sahip olduğu birikimlerle yönetilen bir alan değil. Dünyanın gelişmiş infaz sistemlerinin birbirini etkilediği ve birbirine model olabildiği bir alan.

Biz burada uzun yıllar mümkün olduğunca model alarak yol aldık. Ama günümüzde bunu kurumsal taassup ile ifade etmiyoruz; artık sadece model alan değil, model olan bir ülke olduk.

15 gün önce, İstanbul’da, sizin az önce girişte ifade ettiğiniz Dünya Cezaevleri Birliği (ICPA) 27. yıllık toplantısını düzenledik ve ev sahipliği yaptık. Bu toplantıya bugüne kadar Türkiye’de yapılmış uluslararası toplantılarda en yüksek katılımlardan biri gerçekleşti: 91 ülkeden 705 katılımcı iştirak etti.

Şunu da ifade etmek isterim: Siz oteli ayarlarsınız, biletlerini gönderirsiniz; birçok ülkeden katılımcıyı sağlarsınız. Ancak misafir olan katılımcılarımız gerek yol giderlerini gerek otel masraflarını kendileri karşıladılar ve katılım için ayrıca bir ücret de ödediler. Çünkü bu toplantıya katılmak, ülkeler açısından infaz alanında prestij meselesiydi.

Dolayısıyla ciddi bir gönüllü katılım oldu. IBA Başkanı Sayın David’in bana ifade ettiği üzere, bugüne kadar yaptığımız en büyük ve en kapsamlı toplantı oldu. 151 oturum gerçekleşti.

Bizi ilgilendiren kısmı şuydu: Bu 151 oturum içerisinde ben bugüne kadar IBA toplantılarının özellikle son üçüne katılmıştım, bu dördüncüsü oldu. Gittiğimiz hiçbir ülkede ev sahibi ülkeden randevu istemek ya da özel görüşme talebi çok olmadı. Ancak bu toplantıda, gelen ülkelerden üst düzey yöneticilerden 35’i bizimle özel görüşme talep ettiler. Bunların arasında Doğu Avrupa ülkeleri ve Türk Cumhuriyetleri de vardı.

Görüşme talep eden ülkelerin tamamı, sistemimizdeki gelişmeden etkilendiklerini, mekanizmalarımızı öğrenmek istediklerini, eğitim merkezlerimize öğrenci göndermek istediklerini ifade ettiler. Birçoğuyla da işbirliğine ilişkin önemli görüşmeler gerçekleştirdik.

Bu güzel tablonun yanı sıra bir kez daha altını çizerek ifade ediyorum: Ceza infaz sistemimizin sorunları var. İnfaz mevzuatımızla ilgili eleştirilebilir yönler mevcut. Biz de genellikle meseleye siyah veya beyaz gözle bakıyoruz. Oysa, güzel yapılan işleri görmekle birlikte yapılması gereken işleri de görmek, meseleyi daha reel değerlendirmek anlamında doğru bir tercih olur.

Toplantıda, ortadaki gün genelde ev sahibi günü olarak kullanılır. Biz de toplantının ortasına denk gelen çarşamba gününü —tesadüfen 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na denk geldi— ev sahibi ve Türk günü olarak kullandık. 91 ülkeden gelen katılımcılara ülkemize ilişkin sunumlar yaptık, ceza infaz sistemimizi anlattık. Bunu da kurumsal veya konum taassubuyla ifade etmiyoruz; çok fazla etkilendiklerini kendilerinden duyduk.

Ev sahibi gününün açılış toplantısında Türkiye olarak kriz yönetimini anlattık. Sunumu ben yaptım. Neden kriz yönetimini anlattık? İki yıl önce Orlando’daki toplantıda, düzeltiyorum, Singapur’daki toplantıda o dönemin ICBA Başkanı Peter Sevron’a Türkiye olarak çok büyük bir deprem geçirdiğimizi, bu felaketin asrın felaketi olduğunu ve kurumlar açısından büyük deneyimler kazandırdığını ifade etmiştim. Ceza infaz sistemimiz bu süreçten alnının akıyla çıktı ve önemli deneyimlerle ayrıldı. Tecrübelerimizi dünya cezaevleriyle paylaşmak istedik.

Peter Sevron, İstanbul toplantısına karar verdikten sonra vefat etti. Biz de onun anısına bu toplantıda giriş sunumunu “Kriz Yönetimi ve Deprem” olarak gerçekleştirdik.

Kriz yönetimi, ceza infaz kurumlarında çok önemli bir başlık. Ceza infaz kurumları birçok riskle karşı karşıya kalabiliyor. 90’larda yaşanan cezaevi isyanları, yangınlar, 2000’li yıllarda Urfa yangını gibi olaylar bunun örnekleri. 6 Şubat depremi ise dünya ceza infaz sistemlerinin yaşadığı en derin krizlerden birini bize yaşattı.

Toplantıda da ifade ettim: Yaklaşık 50.000 kişinin vefat ettiği bu depremde ceza infaz kurumlarımızda yıkım kaynaklı bir vefat olmamıştır. Bu bizim için bir gurur vesilesiydi.

Depremden hemen sonra yapılması gereken işler vardı: Ceza infaz kurumlarındaki yaşam devam ediyordu. Sabah 4.17’de deprem oldu, Türkoğlu Kahramanmaraş Cezaevi’nde 8.30’da hükümlülere kahvaltı verdik. 48 saat içerisinde seyyar mutfaklarla faaliyetleri sürdürdük. 750 ring aracıyla 7.400 mahkumu başka cezaevlerine naklettik. Depremlerin risklerinden uzak tutmak için gerekli tedbirleri aldık.

Kriz yönetimini anlatırken kurumsal kapasite ve gücü de gösteriyoruz. Sayılarımız Avrupa ülkelerine göre yüksek olabilir; ancak deprem sürecinde saatlik ve günlük olarak yaptıklarımızı paylaştık. Ayrıca 5.400 sivil vatandaş ve personel ailesini ceza infaz kurumlarında ağırladık; bazı hakim ve savcılarımız da koğuşlarda kaldı.

Deprem felaketinin sıcak günlerinde bu olaylar kamuoyunun odaklandığı enkaz ve ölümler dışında kalan meselelerdi. Dünya cezaevlerine, ilk 24 ve 48 saatte oluşturduğumuz kriz masalarını, sevkleri ve lojistik destekleri anlattık.

Deprem deyince CEKUT’tan bahsetmeden olmaz: O tarihte cezaevleri kurtarma ekibimizin sayısı 380 civarındaydı, tamamen gönüllülerden oluşuyordu ve AFAD tarafından akredite edilmişti. AFAD’ın çağrısı üzerine arama-kurtarma görevine girdiler. Kahramanca çalışarak 41 kişiyi enkaz altından sağ kurtardılar.

Adalet Bakanımızın talimatıyla bu ekiplerin sayısını artırdık. Ancak mesele sadece sayıyı artırmak değil; eğitimlerini almaları, bilinçli olmaları çok önemli. Eğitimsiz kişiler deprem bölgesine giderse sadece yük olurlar.

Şu anda ekip sayısı 1.746’ya ulaştı ve Türkiye’nin çeşitli yerlerine dağıtıldılar. Önümüzdeki süreçte sayıyı daha da artırmayı planlıyoruz.

Depremden bahsetmişken bir başlık daha açmak istiyorum: İnsanımız zor zamanlarda kendi sınırlarının ötesine geçebiliyor, fedakârlığında sınır tanımıyor. Depremler devam ederken yaklaşık 1.000 infaz koruma memuru, ailelerinin muhalefetine rağmen gönüllü oldu ve ceza infaz kurumlarına destek vermek için en az 6 ay süreyle görev yaptılar. Kahraman personelimizi bir kez daha şükran ve sevgiyle anmak istiyorum.

Bu sohbet vesilesiyle, personelin refahı ve motivasyonu konusuna da değinmek isterim: İnsan kaynakları her sistemin başarısının anahtarıdır. Bunun iki yönü vardır: Birincisi bilgi, donanım ve alt kültür meselesi; ikincisi ise personelin motivasyonu ve moralidir.

donanım ve o alt kültür meselesiyle biz kurumsal olarak ilgilenmek durumundayız. İşte 5 eğitim merkeziyle her yıl 80.000’e varan eğitim sayılarıyla bunu sağlamaya çalışıyoruz.

Daha bugün sabah eğitim merkezi başkanlarımızla Ankara’da, önümüzdeki yıl yapacağımız eğitimlerin zümre toplantısını yaptık, planlama toplantısını yaptık. İlgilileri topladık Ankara Eğitim Merkezi çatısı altında. Bu sabah onun açılışını yaptık ve onunla ilgili değerlendirmeleri yaptık.

Dolayısıyla bitmeyen bir çalışma var o alanda bizim için ve sürekli kendimizi yenilememiz gereken bir alan var. Hem eğitim merkezlerinde hem uzaktan eğitim suretiyle senkron ve asenkron eğitimlerle personelimizi bazen de yerinden eğitimlerle geliştirmeye, donanım kazandırmaya çalışıyoruz.

Ancak personel refahı ile ilgili, pek tabii kamuda çalışan birçok arkadaşımız gibi belli yakınmalar var. Devletimizin imkânları çerçevesinde bunu gidermeye çalışıyoruz. Üst makamlar, Sayın Bakanımız başta olmak üzere üst makamlar bu konudaki hassasiyeti biliyorlar ve bu hassasiyetin üzerinde de duruyorlar. Zaman zaman belli dokunuşlar oluyor. 2016’da 17’de Sayın Cumhurbaşkanımızın da takdirleriyle personelimize yıpranma hakkı verildi, yıpranma tazminatı getirildi. Bu konudaki çalışmalar sürdükçe mutlaka karşılığı alınacaktır.

Ama buradan şunu ifade etmek istiyorum: Ceza infaz kurumları personeli kahramanca ve fedakârlıkla görev yapıyorlar. Şunu söylersem sanıyorum bu daha iyi anlaşılmış olur: Bazen dışarıda toplumun gözünün içerisine iki saat bakamadığı, kolluğun ya da ilgili görevlilerin birkaç gün elde tutmakta zorlandıkları bir kişiyi ya da seri cinayetler işlemiş bir katili ya da bir katliam sanığını biz ceza infaz kurumlarımızda yıllarca, bazen 20 sene – 25 sene tutuyoruz ve o personel o kişiyle birebir muhatap oluyor.

Terör örgütlerine, çıkar amaçlı örgütlere, bu tip insanlara kural uygulamak hakikaten büyük bir feraset ister, kahramanlık ister, cesaret ister, görev bilinci ister. En önemlisi vatan şuuru ister. Bizim personelimizin bunların hepsine sahip olduğuna kalben inanıyorum. Görüntülerine rağmen görünenin çok ötesinde bu ülkeye hizmet ediyorlar.

Ama biz genelde bu kısmı çok fazla görmüyoruz. Çünkü ceza infaz kurumları kapalı kurumlar. Sadece bir hadise karşısında şunu gündeme getiriyoruz: “Efendim cezaevinden çıktı, yine de suç işledi” diyoruz. Oysa cezaevinden çıktıktan sonra 3 ay bile dışarıda zapt edilemedi diyeceğimiz o şahsı biz yıllarca cezaevlerinde kontrol ediyoruz; herhangi bir zarar vermeden, zarar görmeden kontrol etmeye çalışıyoruz.

Yeni infaz sistemimizin önemli dönüşümlerinden, değişimlerinden, yüzlerinden birisi, amaçlarından birisi de iyileştirme faaliyetleridir. Türk ceza infaz sistemi son 20 yıldır iyileştirme kavramıyla daha fazla iç içe giriyor.

Biliyorsunuz, cezai infaz anlayışımız 2000’li yıllara kadar —istisnai durumlar hariç— daha ziyade güvenlik temelli kurumlardı. Güvenliği sağlamak, kişiyi dört duvar arasında tutmak infaz açısından temel başarı olarak görülüyordu. Bugün güvenliği sağlamak, asayişi sağlamak bizim için hizmetin asgarisidir. Biz tekrar suç işlemesini önlediğimiz insanlara bakarak infazın başarısını görmeye çalışıyoruz. Yani tekerrürü ölçmeye çalışıyoruz.

Bu noktada insanı dönüştürmek —burada hemen söylemek isterim ki— çok iddialı bir konu. Ceza infaz sistemimizin elinde sihirli bir çubuk yok. Ceza infaz sistemimiz; 40 yıl boyunca suça evrilmiş, suçun içerisine girmiş, 11 sene devletin okullarında ya da özel okullarda okumuş, 2 sene askerlik yapmış, ömrü boyunca belki diğer kurumların hüküm ve tasarrufu altında kalmış ancak suça yönelmiş bir kişiyi, 6 ay cezaevinde kaldığı süre içerisinde sihirli bir çubukla topluma yararlı bir insan hâline getiremez. Bu, ceza infaz sistemimizden ilahi bir şeyi beklemek anlamına gelir.

Beni zaman zaman medyada bazı haberlerde şu dikkatimi çekiyor: “Cezaevinden çıktı ama suç işledi.” Tamam, geçmişinde bir cezaevi var ama geçmişinde belki 11 yıl okulları var, 4 yıl üniversitesi var, 2 yıl askerlik yaptı belki. Neden sadece referansımız ceza infaz kurumundan çıkması oluyor? Burada bana göre bir algı hatası var, bir ifade hatası var.

Bir kişinin suçtan uzaklaşması sadece ve sadece ceza infaz kurumlarının, Adalet Bakanlığı’nın sorumluluğu altında pek tabii değildir. STK’lar başta olmak üzere devletin tüm kuruluşları içerisinde olmak üzere büyük bir mücadeleyi gerektirir. Bir kişinin suça yaklaşmaması, suçtan uzak durması, hele kronik suç işleyen kişilerin bu alandan uzak tutulması topluca yapılması gereken bir mücadeleyi gerektirir. Onu da ifade etmek istiyorum.

Ve bir bütün olarak ceza infaz kurumlarımızı biz insan haklarının vitrini olarak görüyoruz. Siz de ifade ettiniz; bu sadece bizde böyle değil, dünyada da böyledir. Biz uzun yıllar Türkiye’de ceza infaz sistemimizi ziyaret etmeye gelen uluslararası kuruluşlara durumumuzu anlatmaya çalışıyorduk.

Daha bundan bir ay önce, geçmişte sadece genel sekreter yardımcısı düzeyinde bizlerle muhatap olan Avrupa İşkence Önleme Komitesi’nin başkanı Antalya’da müdürler toplantımızda konuşuyordu. Davet ettik, konuştu. Ne beklediklerini söyledik, söylediler.

Biz de kendilerine şunu söylüyoruz: Biz ceza infaz kurumlarımızın denetlenmesinden memnuniyet duyuyoruz. Daha dün Meclis Hükümlü ve Tutuklu Alt Komisyonu, Sayın Mustafa Alkış’ın başkanlığında cezaevlerimizde inceleme yaptı. Biz bu incelemelerden memnuniyet duyuyoruz ve bu inceleme sonuçlarından —gerek CPT’nin, gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin inceleme sonuçlarından— biz istifade ediyoruz.

Çünkü bizim amacımız olumsuzlukları kapatmak değil; olumsuzlukları ortadan kaldırmak. Ve bu çok geniş alanda kendi tespitlerimizin dışında bu tip kuruluşların, STK’ların, derneklerin tespitlerinden de istifade ediyoruz. Kamuoyuna yansıyan haberlerden istifade ediyoruz. Ve bunların içerisinde gerçeği yansıtanların derhal arkasına bakıyoruz, yapılması gereken işlere bakıyoruz.

Ceza infaz sistemimizin gelişmesi adına 87.000 personelimizle millet adına çok önemli bir sorumluluğu üstlendiğimizin farkındayız. Bu noktada Sayın Bakanımızın liderliği bizim için önemli. Yaptığımız olumlu faaliyetlerde çok büyük destek görüyoruz. Sayın Bakan Yardımcımız sürekli bizimle birlikte. Ben Türk ceza infaz sisteminin uluslararası saygınlığından, geldiği noktadan son derece memnunum. Ancak asla “yeter” demiyoruz. Hiç durmadan devam etmesi gereken çalışmalar var. Çünkü dünyanın her yerinde çok zorlu, çok problemli, çok netameli bir alanın içerisinde olduğumuzun bilinci içerisindeyiz. Bu bilinç içerisinde çalışıyoruz.

Sormak istediğiniz bir soru varsa —ben böyle tek nefeste geniş bir tablo çizmeye çalıştım ama— sormak istediğiniz bir soru varsa da memnuniyetle cevaplandırmaya çalışırım.

Müslüm AKTÜRK:
Çok teşekkür ediyoruz Sayın Genel Müdürüm. Biz de onur duyduk. Yani birkaç başlık çıktı aslında. Ben bunları konuşurken böyle birkaç tane aldım. Biz buradaki toplantıyı ayrıca haber olarak yapıyoruz.

Birkaç tane başlık var. Mesela şu model olan, model alınan ülke olmak hakikaten onur verici. Yani 91 ülkeden 705 katılımcının hem de paralarını ödeyerek gelip katılmaları bizim için gerçekten onur verici. Ve depremde, yani 41 kişinin hayatının kurtulması çok önemli.

Yani 87.000’e ulaşmış. Bir de zaten toplantının başında da söylemiştim. Cezaevleri başka kurumlara benzemiyor. Hakikaten başka kurumun personelini bir şekilde eğitebilirsiniz de… yani cezaevleri personelini bilmiyorum, eğitmek çok zor. Yani onların psikolojisini denetim altında tutmak gerçekten zor. Bir seri katille veya yüz kızartıcı birisiyle veya teröristle günlerce, aylarca hatta yıllarca aynı havayı teneffüs etmek hakikaten insanın psikolojisini bozar.

Yani bunları başarmak ve krizi krizsiz bir şekilde öğretmek hakikaten çok zor. Tebrik ediyoruz. Ben arkadaşlara soru için zaman vereceğim ama aklıma takıldı. Zaten en kalabalık ülkelerden biriyiz bence. Cezaevleri bir ara 400.000’lerde falandı sanki yanlış hatırlamıyorsam. Şimdi bir de bu son dönemlerde eskisi gibi bırakılmıyor.

Ha işte suç işledi… Öyle bir algı vardı; “İşte yine mahkeme serbest bıraktı topluma. Yine işte bu insanlar bırakılıyor, suçlar o yüzden işleniyor.” şeklinde bir algı oluştuğu için, haklı olarak tabii, ben ona da hak veririm; bu sefer cezaevlerine insanlar atılmaya başlandı.


USSAM – Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri Komisyonu Başkanı Salih KURT:
Afedersiniz, çok özür diliyorum değerli Müslüm hocam. Değerli Enis Yavuz Yıldırım müdürümüzün kıymetli hemşehrisi Profesör Doktor İnanç Özgen hocam hem kendisine selamlarını iletti hem de şimdi aramıza katıldı. Kendisine haber verdim. Ben hemşeri olduklarını biliyordum. Onun için hocamın biraz zamanı müsait değildi. Şimdi katıldı. Belki bir selam vermek ister. Merhabalar hocam, hoş geldiniz.


Müslüm AKTÜRK:
Hocam hoş geldiniz. Sorumu tamamlayayım, vereceğim hocam. Zaten mikrofon da kapalı. Hem o mikrofonu açarken ben de konuşmamı tamamlamış olurum.

Sayın Genel Müdürüm, rakamlar fazlaydı zaten. Çok çok fazla. Şimdi bunlar artınca bunun altından nasıl kalkacaksınız? Zaten tamam, 400 cezaevi yeniden yapılmış ama… yani bu yeni çocuk yaştakiler… eskiden biraz müsamahalı davranılıyordu, şimdi onlar da içeri atılıyor. Rakamlar da fazla. Bununla ilgili bir tedbir alınmış mı?

Bu soruya kısa bir cevap aldıktan sonra, İnanç hocama da söz vereceğiz. Buyurunuz Sayın Genel Müdürüm.


Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü – Enis Yavuz YILDIRIM:
İnanç hocama hoş geldiniz diyorum ben.


Prof. Dr. İnanç ÖZGEN:
Hoş bulduk genel müdürüm.


Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü – Enis Yavuz YILDIRIM:
Şimdi tabii, cezaevlerimizdeki rakamlar doğru; yüksek rakamlar. Ama toplum bir çelişkiyi yaşıyor burada. Aslında bu çelişkinin sebebi, konuşmamın da başında ifade ettiğim gibi, her alanı o alanı bilenlerin konuşması gerekirken bazı konuların bilgiye dayalı olmadan gündelik kahvehane sohbeti kıvamında konuşuluyor olması.

Türkiye’de bir cezasızlık algısından bahsediliyor. Ben bu tartışmalara girmek istemiyorum. Ancak cezasızlık algısından bahsederken cezaevlerindeki hükümlülerin sayısının çokluğundan da bahsediyoruz. Bu ikisi bir çelişkidir esasen.

Yani cezaevlerinde bugün 420.000’in üzerinde hükümlü ve tutuklumuz var. Bu sayı cezaevlerinde madem böyle ve bu sayının önemli bir miktarı 10 yıl ve üzeri cezalarla yatıyor. Biz bunların tüm istatistik çalışmalarını yapıyoruz.

Hemen bu vesileyle şunu da ifade edeyim: Batı ülkelerine, batı hukuk sistemlerine göre “Bizde cezalar caydırıcı değil, hafif” diyenler de maalesef çok bilinen bir yanlışı tekrarlıyorlar. Biz uluslararası kıyaslamalar yapıyoruz. Temel suçlarla ilgili cezaları ortaya koyuyoruz, listeliyoruz. Bu cezaların yerine getirilme oranlarını ortaya koyuyoruz. Yani cezaevinde kalma sürelerini de ortaya koyuyoruz. Ve sonuçlara baktığımız zaman, bizim batı hukuk sistemlerinde, akredite hukuk sistemlerinden hiçbirinden daha az cezalandırmadığımızı görüyoruz.

Ancak az önce de ifade ettim: Doğru ifade etmeyişi nedeniyle ya da doğru perspektiften bakmama sebebiyle adeta hiçbir şeyin cezası yokmuş gibi… Biraz da bunu biz bazen kamu görevlileri de yanlış ifade ediyorlar.

Mesela daha bugün bir yerde “Hırsızlık yapanın cezası yok” dediler. İşte dışarıdan diyelim ki bisikletinizi çaldılar, diyelim ki evinizden bir şeyi çaldılar. Ben de onlara şunu sordum: “Hırsızlık yapanın cezası yoksa, benim cezaevimde toplam 80 yıl hırsızlıktan ceza almış adamı kim gönderdi o zaman?” Ha demek ki doğru soruşturmalarla, doğru dosyalarla, doğru delillendirmeyle evet; Türkiye’de işlenen her suçun da ona uygun cezası var ve bu cezalar uluslararası uygulamalardan kopuk değil.

Ben özellikle gündelik olaylara göre “Ceza artsın / ceza azalsın” söylemlerinin de kamuoyundaki söylemlerinde çok bilinçli olmadığını düşünüyorum. Gündelik olaylarla ceza hukukunun sistematiği değişmez.

Zaten özellikle Adalet Bakanlığı’nın yöneticileri de bu konuda, Sayın Bakanımız başta olmak üzere, görüşlerini ifade ediyorlar. Cezaevlerine hükümlü artışıyla beraber pek tabii şeyler yapıyoruz; bu konuda planlamalar yapıyoruz.

Hemen şunu da son cümle olarak ifade edeyim: Bir cezaevi yöneticisi olarak değil, bir hukukçu ve 34 yıllık bir hakim olarak ifade ediyorum; Türkiye’de cezaevlerine giren kişi sayısının çokluğu suçun yaygınlığından kaynaklanmıyor. Ceza politikalarımızdan kaynaklanıyor. Bizim benimsediğimiz tercihlerden kaynaklanıyor.

Mesela Avrupa ülkelerinde ziyaretlerimizde bakıyoruz: Uyuşturucu kullanma yaygınlığı çok daha fazla olmasına rağmen uyuşturucudan cezaevlerinde pek fazla kişinin olmadığını görüyoruz. Oysa bizim ceza infaz kurumlarımızda yaklaşık üçte biri uyuşturucudan içeride. Biz bu konuda “sert bir politikayız” diyoruz. Bu bizim tercihimiz ve biz bu tercihin sonucu olarak da bunun gereklerini yerine getiriyoruz.

O yüzden şöyle bir algı da doğru değil: “Bizde cezaevine çok kişi giriyor; o zaman Türkiye’de suç işleme yaygınlığı çok fazla.” Bu da sosyolojik bir gerçeklik değil, bilimsel bir gerçeklik değil. Sadece bir sohbet konusu olabilir ve ben çok doğru olduğuna inanmıyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Genel Müdür. İnanç hocam hoş geldiniz.


Prof. Dr. İnanç ÖZGEN:
Hoş bulduk. Sayın genel müdürüm, Sayın USSAM Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri Başkanım ve sayın sevgili hazirun, TİNGADER Başkanım… Saygılar sunuyorum hepinize.

Zaten genel müdürümü biz takip ediyoruz. Enis Yıldırım beyler aile dostumuz bizim Keban’dan. Böyle sürekli yıllardır bir 5–10 seneye yakın hem Enis beyler… Onun kardeşi Ati Hanım da benim sınıf arkadaşımdı Keban’dan. Hep sizleri böyle takip ediyoruz hem Enis Bey’den hem medyadan. Gurur duyuyoruz. Hem memleketimiz için hem ülkemiz için çok önemli bir değersiniz Sayın Genel Müdürüm. Sağ olun.

Böyle bir toplantıda da başkanım katılmıştı. Ben de görünce bir yazdım dedim… Hemşehrimiz deyince, kusura bakmayın böyle biraz geç katıldım. Estağfurullah. Ben de okuldayım halen. Üniversitede çalışıyorum. Biraz da şarjım az. Fazla sizleri meşgul etmeden, şarjım bitene kadar sizleri takip edeceğim. Saygılar sunuyorum efendim.


Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü – Enis Yavuz YILDIRIM:
Sayın hocam, teşekkür. Biz saygı sunuyoruz. Teşekkür ediyorum. Selamlar.


Müslüm AKTÜRK:
Teşekkürler. Arkadaşlar, vaktimizi doldurduk ama bir iki soru alabiliriz. Sayın Genel Başkanım, konuşmanı bitirmemiştiniz zaten girişte. Mikrofonda herhalde bir problem olmuştu. İstiyorsan hem sorumuzu sormuş oluruz hem de konuşmamızı tamamlamış oluruz. Sayın hocam buyurun.

Genel Başkanım Mehmet Ali hocam.


TİNGADER Genel Başkanı Mehmet Ali ÇELİK:
Evet. Ben Sayın Genel Müdürüme birkaç soru sormak istiyorum. Şöyle; daha çok askeriye ve kamu kurumlarında sabah, öğle ve akşam yemekleri verilen tabldot veya kepçe, kazan… neyse… Ekmek israfının had safhada olduğu bilgileri geliyor. Bu ekmek israfıyla ilgili acaba bir önlem alınabilir mi?

Yine cezaevlerinin çoğunda veya %50’sinin biraz üzerinde cuma namazı kılmak farz olmadığı halde cuma namazının kılınması için camilerin yapıldığını biliyoruz. Acaba diğer cuma namazını veya vakit namazlarını kılacakları camilerde eksiklikler giderilerek bir hizmet sunulabilir mi?

Çünkü Diyanet İşleri, müdürler vasıtasıyla cezaevlerine irşat görevini yerine getirsinler diye vaizler görevlendiriyor. Bu vaizler, cezaevinde cami olmadığı zaman kütüphanenin bir köşesinde veya kapalı bir mekânda — bu kafeterya olabilir — birkaç kişiye ancak irşat görevi verebiliyor. Ama bir ezanın okunması veya orada bir kürsüden bir abdestin alınmasının öğretilmesi, dini bilgilerin verilmesi açısından camilerin olması irşat görevi açısından daha faydalı olacağı kanaatindeyim.

Bu konuda eksikleri giderme noktasında bir çalışma var mı?

Yine açık cezaevinde çalışan mahkûmların sembolik gündelik fiyatlarla, ücretlerle çalıştıklarını biliyoruz. Mesela geçen sene 90–95 liraydı, belki bu sene 100 lirayı azıcık geçmiş olabilir. Burada acaba aldığı paralar için bir iyileştirme yapılabilir mi?

Yine cezaevlerinde kapasitenin çok üzerinde mahkûm yattığına göre bunlar bazen üç katlı ranzalarda yattıkları bilgilerine ulaştık. Bunların hepsini topladığımız zaman, çok kıymetli genel müdürümüzden acaba bir açıklama alabilir miyiz? Teşekkür ederim.


Müslüm AKTÜRK:
Sayın Genel Müdürüm, Mehmet Ali hocam bu konuda tecrübeli. Bir haberden dolayı bir 3 ay misafiriniz olmuştu cezaevinde. O yüzden bu konuları dedi… İki tane ismin TC’sini yazmayı unutmuş. Sonra kapattı ama iş işten geçmişti. O yüzden bizzat şahit olmuş herhalde o. Evet.

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü – Enis Yavuz YILDIRIM:
Cezaevlerini içeriden bilenlerle konuşurken tedirgin konuşuyorum tabii.

Evet hocam, tabii ekmek israfı konusu önemli bir konu. Bir defa biz de geçenlerde basında da yer aldı. İşte çok anormal yemek listeleri, “Evimizde yiyemediğimiz yemekler cezaevlerinde veriliyor.” şeklinde haberler yine medyada, daha doğrusu sosyal medyada yer aldı.

Bizim günlük iaşe bedelleri sınırlıdır. Bu bugün için 144 liradır. 144 lirayla üç öğün yemek veririz; kahvaltı ve iki öğün yemek. Aslında baktığınızda bu bir öğünü bile karşılayamayacak gibi görünür ama toplu verildiği için ve maliyeti düşürdüğümüz için bununla belli bir kalitede yemek verebiliyoruz.

Ekmekleri de yine iaşeden; ekmek parası önemli bir miktar tutmasın, iaşeyi eksiltmeyelim diye ekmekleri genelde ceza infaz kurumlarımızda kendi fırınlarımızda üretiyoruz ve bu iaşe içerisinde fiyatlandırılarak veriliyor.

Tabii hükümlü-tutuklularımızın bunları israf etmemesi için, normalde tüketebileceklerinden fazla verilmiyor ama ceza infaz kurumları gibi toplu yerlerde atıkların ne yapıldığı çok önemli. Biz bu konuda atıklarla ilgili son zamanlarda yeni uygulamalar geliştirdik ve bu atıkların çöpe atılmayıp tekrar faydalı işlerde kullanılması için belli protokollerle çalışıyoruz. Bunu açık ceza infaz kurumlarımız değerlendiriyor.

Şimdi tabii bazı kampüslerimiz, özellikle lojmanı olan büyük kampüslerimizde camilerimiz var. Ceza infaz kurumları kampüslerimizde camilerimiz var. Bunları dernekler üzerinden yapıyoruz. Burada hükümlüler –açık cezaevi hükümlüleri de– istifade ediyor. Personel de istifade ediyor. Personelin lojmanda kalan ailesi de istifade ediyor. Neden? Bizim kampüslerimiz genellikle şehir dışlarında oluyor. Genellikle yakınında okul ve cami gibi kamusal alanlar olmuyor. Bu sebeple biz buralara mümkün olduğunca destek veriyor ve yaptırıyoruz.

Ancak kastedilen eğer kapalı cezaevi içinde bir yer ise, bu hükümlülerimizin kapalı cezaevi içerisindeki her hareketi yasalarla belirlenmiştir. İki koğuşun bir araya getirilmesi ya da iki odadaki hükümlünün bir araya getirilmesi bile bir yönetmelik, bir e-yasa meselesidir. Bu sebeple buralarda biraz daha kontrollü alanlar var.

Ancak manevi eğitimi, değerler eğitimini son derece önemsiyoruz. Bunu Sayın Bakanımız da sık sık bizden soruyor. Geçen hafta Denizli’de Diyanet Eğitim Merkezi’nde Türkiye cezaevlerinde eğitim veren vaizlerin toplantısına, Din Hizmetleri Genel Müdürümüzle beraber katıldık. Orada cezaevi vaizlerimize bir eğitim verildi. Cezaevlerindeki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın vaizlik kurumunu kurumsallaştırdık. Bu vaizlerimize odalar temin edildi. Oda içinde faaliyetlerini kolaylaştırdık.

Değerler eğitiminin, manevi eğitimin, manevi rehberliğin ceza infaz kurumlarımızda Diyanet tarafından yapılmasını çok önemsiyoruz. Hükümlü ve tutukluların rehabilitasyonu sürecinde, tekrar topluma kazandırılması sürecinde bunun çok önemli bir başlık olduğunu düşünüyoruz. Ve bu konudaki sayı her geçen gün artıyor. Eskiden sadece cezaevlerimizde vardı; şimdi denetimli serbestlik altındaki yükümlülerimize de manevi rehberler atadık. Arzu edenler tabii ki gönüllülük esasına göre, ama ciddi bir gönüllülük var burada.

Hemen bu vesileyle, Sayın Bakanımız kamuoyuna zaman zaman açıklıyor ama gözden kaçmış olabilir: Son birkaç yılda 145 hafızımız var ceza infaz kurumlarımızda. Biliyorsunuz yetişkin bir insanın hafız olması oldukça zordur. Biz ceza infaz kurumlarımızda 145 hafız yetiştirdik. Son birkaç yılda, Diyanet İşleri Başkanlığımızın ortak çabasıyla… Çok iyi bir iş birliğimiz var. Çok uyumlu çalışıyoruz ve karşılıklı memnuniyetimiz var.

Açık ceza infaz kurumunda çalışan mahkûmların ücretleri konusunu değerlendirirken –bu kapalı ceza infaz kurumlarında iş yurtlarında çalışan mahkûmlar için de geçerli– bu ücretleri tabii dışarıdaki ücretlerle karşılaştırmamak gerekiyor. Cezaevindeki 10 lira ile dışarıdaki 10 lira aynı şeye tekabül etmiyor. Cezaevi içi için çok daha anlamlı bir rakam. Elbette artırılması daha iyi olur. Burada da bir dengeyi düşünmek lazım; dışarıdaki işsiz vatandaşlarla içeride çalışanların durumunu dengeleyerek gitmek gerekiyor.

Ama bu kişilerin iş yurdu faaliyetlerinde çalışan kişilerin sağlık sigortaları mutlaka yapılıyor. Bu sigortalardan birinci derece yakınlar, yani bakmakla yükümlü oldukları kişiler de istifade ediyor.

Kapasite sorunu; bu ceza politikası, cezalandırmayla ilgili bir durum. Bu, dünyanın gelişmiş sistemlerinin tamamının şu anda karşı karşıya olduğu problemlerden birisi. Burada tabii bir tercih yapıyor irade. Ya ceza politikasını daha yumuşatıyor –ki bunu yapanlar var. Az önce ifade ettim: Avrupa’da birçok ülkenin uyuşturucu madde bağımlılığı konusunda yumuşak davrandığını görüyoruz. Organik uyuşturucuya yani esrar tipi uyuşturuculara hiç ceza vermediğini görüyoruz. Ama bizim bu konudaki değerlerimiz belli; biz bu konuda çok daha net davranıyoruz.

Mesela cinsel suçlara Avrupa’daki birçok ülke çok daha yumuşak yaklaşıyor; biz bu konularda çok daha köşeli hareket ediyoruz. Dolayısıyla ceza politikalarımıza uygun ceza infaz kurumu yapımını da planlamaya gayret ediyoruz. Planlıyoruz ve bu noktada ilgili birimlere ihtiyaç talebinde bulunuyoruz. İnşallah bu iki noktayı birbiriyle uygun bir orantı içerisinde götürebiliriz.


Müslüm AKTÜRK:
Teşekkür ediyoruz. Salih Başkanım… Evet, söz almak istiyorsunuz.

KASSAK-USSAM – Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri Komisyonu Başkanı Salih KURT:
Evet değerli müdür… Başta da aslında biraz yarım kaldı. Saygısızlık olmaması adına soru-cevap şekline sorumu bıraktım.

Değerli İnanç hocam ayrıldı herhalde. Teşekkür ediyorum katılımlarından dolayı. Bütün arkadaşlara, Sayın Mehmet Ali Çelik Bey’e, değerli haziruna, değerli Enis Yavuz Yıldırım Müdürümüze…

Benim sorum şu:
Ben yıllardır cezaevlerinden sürekli –ben de Dünya Türk Yazarlar Birliği Başkanlığı görevini yürütüyorum– 1944 yılında Avrupa’da kurulan bir oluşum. Dünya Türk Yazarlar Birliği… Türkiye’ye 2019 yılında mecburi hizmet olarak bize kaldı. Biz 2019 yılından beri bu kurumun başkanlığını yapıyoruz.

Bu birliğin Sayın Müdürüme benim iki tane zor sorum olacak. Sorularım biraz kolay değil.

Birincisi:
GİH (Genel İdari Hizmet) sisteminin emniyet sistemine geçmesiyle ilgili, ceza infaz koruma memurlarının serzenişleri var. Özellikle kapalı cezaevlerinde görev yapan arkadaşların –Sayın Müdürümün de izah ettiği gibi– terör suçları olsun, çeşitli katil vs. gibi ağır suçlardan yatan mahkûmlarla yer yer 24 saat esasına göre bir arada vakit geçirdikleri ve can güvenliklerinin olmadığını dile getiriyorlar. Bununla ilgili iyileştirme talepleri var. Ben bu talepleri Sayın Genel Müdürümüze buradan iletmiş olayım.

İkinci sorum:
Şu anda Türkiye olarak gurur duyuyoruz. Uluslararası ceza sistemlerinde ve cezaevlerinin genel durumuna baktığımızda, Türkiye’deki ceza infaz sisteminin çok daha insancıl ve insan haklarına uygun olduğunu görüyoruz. Fakat bazı bölgelerde ceza infaz sisteminin bölgesel değişiklik gösterdiğini görüyoruz. Bu konuda kendisinden bir açıklama rica ediyorum.

Üçüncü sorum:
Özellikle açık cezaevlerinden çok sayıda mektup aldığım arkadaşlar oluyor; hem kapalı hem açık… Onlar da pandemi sürecinde kendilerine bir af uygulandığını ama bunun bir kısım mahkûma uygulanıp bir kısım mahkûma uygulanmadığını, böyle bir ikilem olduğunu dile getiriyorlar. Bu konuda arkadaşların serzenişleri var.

Bu konuda bir çalışması var mı? Ya da genel af kanunu kapsamında Türkiye’de şu anda hâlihazırda Meclis’e giden paketler var, Anayasa komisyonlarına giden paketler var. Basından takip ettiğimiz kadarıyla zaman zaman ben de Meclis Dilekçe Komisyonu’na yazıyorum. Uygun veya önemli gördüğüm konuları iletiyorum. Burada hafifletici veya cezayı artırıcı durumlar olduğu dile getiriliyor. Bu konuda Sayın Genel Müdürümün görüşlerini merak ediyorum.

Kendisini saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum. Bütün haziruna hayırlı akşamlar diliyorum. Saygılarımla.

Müslüm AKTÜRK:
Buyurun Sayın Genel Müdürüm. Sayın Başkanım teşekkür ediyorum.

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü – Enis Yavuz YILDIRIM:
Öncelikle keşke bütün zor sorular böyle olsa. Personelim adına da teşekkür ediyorum. Çünkü önemli bir noktaya temas ettiniz. Biz, kanaat olarak bu sistemin içerisinde görev yapan bir hukukçu olarak, burada yapılan hizmetin aslında bir güvenlik hizmeti olduğunu görüyor ve biliyoruz. Ve bunu her vesileyle de ifade ediyoruz.

Ceza infaz kurumlarında yapılan hizmet, diğer genel idari sistemlerdeki hizmet gibi değil; sonuçları itibariyle de değil. Tamamen kamu güvenliğine yönelik bir hizmetten bahsediyoruz. Bu sebeple buradaki hizmeti güvenlik hizmeti olarak kabul edip burada görev yapan arkadaşlarımızın da yine bu kapsamda değerlendirilmesi talepleri, altı boş olan talepler değil. Bu ilgili makamlarca da görülüyor ve değerlendiriliyor.

Tabii bu personelimizin çalışma şartlarının iyileştirilmesi hususu, başta Sayın Bakanımız olmak üzere hepimizin gündeminde olan konular. Ve bu konuda personelimizin hak ettiğini de düşünüyoruz. Ancak Türkiye özellikle son birkaç yıldır, hele 6 Şubat depremlerinden sonra çok önemli ekonomik bir aşamadan geçiyor. Dünyada 6 Şubat krizi gibi bir krizi kaldırabilecek ülke sayısının az olduğuna hepimiz özel sohbetlerde konuşuyoruz. Dolayısıyla az önceki konuşmamda da ifade ettim; bu talepleri bizim görevimiz zaman zaman, çeşitli aşamalarda, çeşitli mercilerde dile getirmektir.

Personelimizin yaptığı görevin hassasiyetinin biliniyor olması bile önemli bir aşamadır bizim için. Bunun dışarıya sizler gibi değerli basın mensupları, STK temsilcileri tarafından ifade ediliyor olması bile personelimiz için bir kazançtır. Bunu da ifade etmek isterim.

İnfaz sistemimizde, uygulamalarımızda aslında bölgesel değişiklik olmamalı. “Olmaz” demiyorum; olmamalı. Çünkü yasalar ulusaldır; ülkenin her yerinde aynı uygulanır. Ancak biz hukukçular biliyoruz ki, Ankara Hukuk Fakültesi’nden bir hocamın ifadesi vardı: “İki hukukçunun olduğu yerde üç görüş çıkar” diyordu. Evet, hukukçuların olduğu yerde çok farklı görüşler olabiliyor, yorum farklılıkları olabiliyor. Ancak infazla ilgili tüm uygulamalar yargı denetimine tabi. İnfaz hâkimlikleri ve onların kararlarına karşı da Ağır Ceza Mahkemesi başkanlıkları tarafından bunlar denetleniyor.

Yine de biz Genel Müdürlük olarak yargısal olmayan, yargısal faaliyetlere müdahale edemeyiz. Adalet Bakanlığı olarak… Ama yargısal olmayan infaz uygulamalarında standart yaklaşımlar konusunda önemli gayretler gösteriyoruz. Çeşitli hizmet içi toplantılar, görüşmeler, il ziyaretleriyle bu farklılıkları ortadan kaldırmaya gayret ediyoruz. Bu anlamda da cezaevinden cezaevine değişen uygulamaları ortadan kaldırmak istiyoruz.

Bu, hükümlü ve tutuklulara yaklaşımlarla ilgili; mesela ödül ve disiplinle ilgili konularda da aynı standart yaklaşımları sağlamaya çalışıyoruz ceza infaz kurumlarımızda. Bunun da altını çizmek istiyorum. Tekrar çok teşekkür ediyorum bu açıklamaları yapma imkânı verdiğiniz için.


Müslüm AKTÜRK:
Sayın Genel Müdürüm, bize zaman ayırdığınız için biz asıl teşekkür ediyoruz. Biz bir saat dedik ama 23 dakikadır geçiyoruz. Bir iki soru daha alacağım. Bir 5–10 dakikanızı daha istirham edeceğim.

Yıllar önce, ben emekli olduktan sonra —ben de Urfalıyım— memleketime döndüm. Gazete kurduk. Orada bir de yayın kurulu açtık; mesleklerden hukukçusu, ekonomisti falan filan… Güzel bir yayın kurulumuz vardı. Sürekli bir konuk alıyorduk, konuşuyorduk, böyle sizin gibi; ama canlı yayın değil, kendi aramızda sohbet anlamında.

Bir gün Vali Bey’e gittim, onu davet ettim. “Gelirim” dedi. “Bir saat katılırım, bir saat kadar sonra giderim.” “Sayın Valim,” dedim, “bir saatten zor gidersiniz ama buyurun.” Mesaiden sonra geldi.

Sayın Genel Müdürüm, saat 12 olmuş; hâlâ muhabbet… O da ayrılmıyor. Artık koruması geldi: “Abi,” dedi, “biz sabah 8:00’den beri ayaktayız. Artık bunu bitirseniz, biz evimize gitsek…” Şimdi biz de sizi böyle alıkoyuyoruz, tutuyoruz. Belki sizin için bekleyen personel var. Onların hakkına girmeyelim. O yüzden bir iki soru daha alalım, Sayın Genel Müdürümüzü fazla meşgul etmeyelim.

Selamettin Bey… Selamettin Bey sosyolog, Sayın Genel Müdürüm. Sizin kurumdan; Yalvaç’ta görev yapıyor. Özellikle söz almak istedi. Buyurun Selamettin.


Selamettin Bey:
Hocam, öncelikle Sayın Genel Müdürüme hürmetlerimi sunuyorum. Yaklaşık 10 yıldır kendisinin emrinde, teşkilatında çalışıyorum. Hakikaten bizim için çok kıymetli. Bizim büyüğümüz… Vizyoner olarak da Sayın Genel Müdürümüz, Allah razı olsun, teşkilatımıza hakikaten çok ciddi katkılar sağladı bugüne kadar.

Ve özellikle de toplum tarafından yanlış bilinen, bazı art niyetli haberlerin suistimali noktasında… Müslüm Bey, özellikle buna dikkat çekmek istiyorum: Bizler işin sahasındayız. Hakikaten gerontolojik, ekolojik, sonra ergoterapik yöntemlerle —Sayın Genel Müdürümün de az önce belirttiği gibi— bize teslim edilen yükümlü kardeşlerimizle birlikte terapi olarak bir süreç geçiriyoruz. Onları topluma kazandırmaya gayret ediyoruz.

Bugün toplumun bilmediği, birçoğumuzun evinde yediğimiz zeytinlerde, salçalarda, belki fırından aldığımız pastalarda, ekmeklerde yükümlü kardeşlerimizin emeği oluyor. Bu da bizim ceza infaz kurumlarında memur arkadaşlarımızın, personellerimizin hakikaten çok kıymetli bir şekilde çalıştıklarının göstergesidir.

Ayrıca şunu belirtmek istiyorum Müslüm Bey: Bizler Denetimli Serbestlik olarak bugün toplum tarafından… Birçoğumuzun çocuğu okula gidiyor; yazın sadece Yalvaç’tan 15 tane okulun temizliğini, bakımını, onarımını yaptık. Bizler camilere gittik. Bugün yaşlı bir tane yükümlü kardeşimiz vardı, amcamız vardı, onun evine gittik. Doğum gününü kutladık.

Bizler, Sayın Genel Müdürümüzün —Allah razı olsun— vizyoner liderliğinde bu süreçte işimizle bütünleşmişiz. Hakikaten çok güzel çalışmalar yapıyoruz. Bizim özümüz sadece şudur: Kamuoyunda art niyetli haberler… Ceza infaz kurumundan çıkıp “işte suç işledi” algısı bizi çok üzüyor. Çünkü bizler işin %99 boyutunu olumlu yöne çevirirken sadece %1’inin topluma lanse edilmesi bizi üzüyor.

Bu noktada Sayın Genel Müdürümüzden Allah razı olsun; şimdi her ay bir şehrimize panellere katılıyor, sempozyumlara katılıyor. Bizler de inşallah Aralık ayında Antalya’da sempozyuma katılacağız. Orada da engellilere yönelik İngilizce bir sunumum olacak.

Benim altını çizmek istediğim nokta şudur: Toplum sadece iki saat barındıramadığı bir yükümlüyü bizim ceza infaz kurumlarında kardeşlerimiz, meslektaşlarımız —özellikle infaz koruma kardeşlerimiz— bu kadar çabayı sarf ediyorken acımasız bir şekilde zaman zaman eleştirmeleridir.

Onun dışında Sayın Genel Müdürümüzün özellikle bu konuda içi rahat olsun; bizler görevimizin başındayız, fedakâr bir şekilde çalışıyoruz. Benim aynı zamanda akademisyen bir yönüm de var; doktorum, Müslüm Bey sizler de biliyorsunuz, 21 tane de akademik yayınım var. Ve işimizi en güzel şekilde yapmaya gayret ediyoruz.

Biz haberler noktasında, kamuoyu algısı olarak lanse edilen yanlış haberlere bakmadan, Sayın Genel Müdürümüzün vizyoner liderliğinde işimize odaklanmışız. Rabbim kendisine sağlık ve sıhhat versin. Bizim büyüğümüzdür. Kendisini teşkilat olarak çok sevdiğimizi ifade etmek istiyoruz. Kıymetli zamanları için de saygılarımı, hürmetlerimi sunuyorum.


Müslüm AKTÜRK:
Teşekkür ediyoruz Selamettin Hocam. Mesela bizim meslekte de var; çekememezlik var, eleştiri var… Her neyse; biz kulağımızı tıkayacağız. Doğru olduğuna inandığımız hedefe yürüyeceğiz. Allah razı olsun.

Bence çok önemli aşamalar kaydedilmiş. Sayın Genel Müdürümüz de bahsetti; cezaevi konusunda gerçekten gurur verici, onur duyacağımız çok gelişmeler kaydedilmiş. Sayın Genel Müdürümüz söyledi. Yani eksiğimiz yok mu? Var. Allah kolaylıklar versin. Zor bir yerde başarılı olmak daha önemli tabii ki. Tebrik ediyorum, sağ olun.

Sayın Genel Müdürüm, Selamettin Bey ile ilgili söylemek istediğiniz bir şey var mı?


Genel Müdür:
Konuşmalarından dolayı çalışma arkadaşıma teşekkür ediyorum, selamlarımı iletiyorum. Asıl hizmet sahada yürüyor. Sahadaki arkadaşlarımızın göreve olan bağlılıkları, kurumlarına olan bağlılıkları ve özellikle de aramızdaki gönül köprüsü bizim için çok kıymetli.

Hani Neşet Ertaş’ın bir sözü var: “Yürekten çıkan yüreğe gider. Yürekten çıkmayan Irak’a gider.” Biz söylediklerimizi yürekten söylemeye çalışıyoruz. Yaptıklarımız da öyle. Bunların sahadaki arkadaşlarımıza ulaşıyor olması bizim için daha değerli.

Selamettin Bey:
Hürmetlerimi sunuyorum Sayın Genel Müdürüm. Vallahi teşkilat olarak hepimiz sizi çok seviyoruz.

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü – Enis Yavuz YILDIRIM:
Sağ olasınız. Ben de teşkilatı seviyorum. En güzel sermaye bu bence.

Müslüm AKTÜRK:
Sayın Genel Müdürüm, hakkınızı helal edin. Yarım saat fazla süremizi aşmış olduk. Çok teşekkür ediyoruz. Biz bunu inşallah habere dönüştüreceğiz, yine paylaşacağız. Başka programda inşallah yine görüşürüz. Bir de cezaevi gezme olayı vardı. Onu da inşallah artık İstanbul’a mı, İzmir’de mi… Biz İzmir’e yerleştik. Bir yerde sizin uygun göreceğiniz birkaç yeri gezip, ondan sonra yorumlarımızı, cezaevlerinin durumunu birebir anlatmaya çalışacağız. Sayın arkadaşlar, sizlere de çok teşekkür ediyoruz.

Fethi AKTÜRK:
Çok küçük bir soru sorabilir miyim Sayın Genel Müdürümüze?

Müslüm AKTÜRK:
Tamam. Buyurun.

Fethi AKTÜRK:
Sayın Genel Müdürüm, hayırlı akşamlar. Bu emniyet mensupları kıyafetlerini değiştirdikleri zaman, ceza ve infaz kurumunda çalışanlar ve belediye zabıtaları anında kıyafet değiştiriyor. Yani polis kıyafeti gibi yapıyor. Bu, caydırıcılık bakımından mı o kıyafete geçiyorlar? Teşekkür ederim.

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü – Enis Yavuz YILDIRIM:
Çalışmadığım yerden sordunuz ama biz kıyafet belirlerken, emniyet teşkilatımıza ya da diğer teşkilatlara aslında çok fazla bakmıyoruz. Geçmişte kravatlı kıyafetler vardı. Bunların güvenlik kaygısıyla değiştirildiğini biliyorum ve bunları yaparken akademisyenlerden de istifade ediyoruz. Tamamen esinlenilmiyor dersem doğru olmayabilir; çünkü ifade ettiğim gibi akademisyenlerle çalışıyoruz. Ama önemli olan şu: Bizim açımızdan, personelimizin giymekten rahatsız olmayacağı, kendisini yansıtan ve hareket kabiliyetini de destekleyici kıyafetlerin olması. Tabii kıyafet kalitesi, kesimi, modern olması apayrı çalışmalarını gerektiriyor.

Fethi AKTÜRK:
Sayın Genel Müdürüm, ben 30 küsur sene polislik yaptım. Yeşil kıyafetlerle başladım. O zaman hatırlıyorum.

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü – Enis Yavuz YILDIRIM:
Aynen. Gardiyanlar da o kıyafeti giyiyordu, zabıtalar da.

Fethi AKTÜRK:
Biz değiştikçe onlar da değişti. Oradan ben o kanıya vardım; biz çalıştığımız zaman arkadaşlar arasında bir caydırıcılık bakımından polis havası veriyor diye. Teşekkür ederim cevabınız için.

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü – Enis Yavuz YILDIRIM:
Ben teşekkür ederim.

Fethi AKTÜRK:
Sayın Genel Müdürüm, çok teşekkür ediyoruz. Hürmetlerimizi sunuyoruz.

Müslüm AKTÜRK:
Bir başka programda tekrar görüşmek üzere arkadaşlar. Hepinize de teşekkür ederim. Hayırlı akşamlar diliyorum.

Maksut KONYAR:
Uygun olursa ben Sayın Genel Başkanım’a, Sayın Genel Müdürüm’e hem bir teşekkür hem de ufak bir sorum olacak. Acaba zamanınız var mı?

Müslüm AKTÜRK:
O zaman tamam, 5 dakika daha… Ha 18:32 olmuş, ha 18:35 olmuş. Sayın Genel Müdürüm de saate bakıyor. Buyurun Maksut Bey.

Maksut KONYAR:
Kıymetli Genel Müdürüm, gönülden tebrik ediyorum şahsınızda bütün ekibi, bütün mesai arkadaşlarınızı. Ülkem adına gurur duydum. Yani en pozitif şeye ihtiyaç, ciddi, sorumlu bireylerimizi, kardeşlerimizi, insanlarımızı orada o şekilde çalışıp ve uluslararası bu kadar ülkenin katılımıyla… Gönülden tebrik ediyorum zatınızı ve bütün çalışanlarınızı, bütün mesai arkadaşlarımızı.

Bu manada hakikaten çok sevindim. Ama tabii mesele bir tek, bütün şikayetler bize… Bu kesinlikle öyle değil. Ben burada da Victor Hugo’nun çok güzel bir sözü var diyor ki, Sefiller’de: “Bir kişi bir hırsızlığın, bir birey çaresizliğin pençesindeyse, bir cehaletin pençesindeyse, sırasıyla o evin komşuları, o şehrin, o ülkenin yöneticileri, yani bir bütün olarak herkes sorumludur.”

Yani burada sadece o suçu o bireye yüklemek, patolojik bir şeyin haricinde çok doğru olmaz. Gerçekten her yönüyle bakmak lazım; sosyolojiyi veya arka planlarını iyi okumak lazım. Bütün yönleriyle ele almak lazım.

Suç oranını düşürmek adına biz tabii hakikaten çok kıymetli bir yargıç, çok değerli bir hukuk profesörü olan kıymetli bir kişinin bu kurumun başında olması; dolayısıyla o kültür yansıyor bütün kurum çalışanlarına. Bu konuda da ben bir teşekkür etmek istiyorum zatınıza. Bütün katılımcı dostlara da selamlarımı iletiyorum. Herkese iyi akşamlar diliyorum. Keyifli oldu bu program. Bu uluslararası konferansı demin bir arkadaş yurt dışında izliyor şu an. Bu ses getiriyor, çünkü sonradan internetten yayınlanıyor, dergide yayınlanıyor; hem dijital manada hem de yazılı basında yayınlanıyor bu şeyler. Bu oturumlar, bu paneller… Çok teşekkür ederim. Herkese iyi akşamlar, sağ olun.

Müslüm AKTÜRK:
Biz de katılımınız için teşekkür ediyoruz Maksut Bey. Sağ olun, tekrar sağ olun. Çok teşekkür ederim. Sayın Genel Başkanım da Tingeler dergisini gösteriyor, reklamını yapıyor. İnşallah bu konferansın bir özeti önümüzdeki sayıda yayınlanır.

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü – Enis Yavuz YILDIRIM:
Sayın Başkanım, ben teşekkür ediyorum. Katılımcılara da iyi akşamlar diliyorum. Herkesi bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Müslüm AKTÜRK:
Bilmukabele efendim. Hoşça kalın. Hayırlı akşamlar.

KASSAK-USSAM – Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri Komisyonu Başkanı Salih KURT:
Hayırlı akşamlar diliyorum. Sağ olun.

Yorum gönder